Sakat Muhabbet'te Alper Tolga Akkuş, Kültürhane'den Ciran Ay ile bir araya geliyor ve Antik Yunan’dan günümüze Allogenler ile sakatlar arasındaki ilişkiye göz atıyor.
Alper Tolga Akkuş: Merhaba. Apaçık Radyo’ya, Sakat Muhabbet’e; sağlamcı zihniyetin kör topal muhalifine hoş geldiniz. Bugün 20 Kasım Çarşamba, ben Alper Tolga Akkuş.
Ciran Ay: Merhaba, Kulaklık Kültürhane’ye hoş geldiniz, ben de Ciran Ay.
A.T.A.: Bu hafta özel bir gün Sakat Muhabbet için. Sakat Muhabbet’in ikinci yıl dönümü bu hafta. Geçen hafta Açık Radyo'nun 30. yaş gününü 13 Kasım'da kutlamıştık. Bu hafta da Sakat Muhabbet’in ikinci yıl dönümünü kutluyoruz. Sakat Muhabbet’in konuklu ilk bölümünü 22 Kasım 2022 Salı günü saat 16:00’da Ezgi Bakçay’ı konuk alarak yapmıştık. İlk bölümde Ezgi Bakçay ile Epimete, Promete, Antik Yunan üzerinden ‘İnsan Sakattır’ başlığıyla bir konu konuşmuştuk ve iki sene sonrasında gene Antik Yunan'a dönüyoruz ve konuğumuz Ciran Ay. Ama Ciran başta Kulaklık Kütüphane’den bahsetti, o da Kültürhane’nin kendi podcast programı. Şu anda dinlediğiniz program, hem Açık Radyo’da, hem de Kültürhane Kulaklık’da yayınlanacak. Evet, Ciran ilk sorum, biliyorsun önce hatır soruyorum ben konuklarıma, nasılsın, iyi misin?
C.A.: İyiyim, sen nasılsın?
A.T.A.: Ben de iyiyim Cirancığım ve ilk sorum; Ciran Ay kimdir, bugüne kadar neler yapmıştır ve bir sakatlığın bulunuyor ise bunu da bizimle paylaşır mısın?
C.A.: Ben şehir plancısıyım. Mersin Üniversitesi'nden mezun oldum. Mimar Sinan'da bir yüksek lisans maceram oldu ama bitiremedim yani yüksek lisansını bitiremeyenlerdenim. Daha çok sürdürülebilir kentsel dönüşüm üzerine çalışıyordum ama daha sonra Kültürhane’de Ulaş ile tanışınca kent ögelerinin kendi işlevlerini yitirmesine dair bir şeyler üzerine kafa yormaya başlayınca Allogenleri bulduk. Bir sakatlığım ise - bence toplumun dayattığı normatiflerde bir kadın olmadığım için sakat bir kadın sayılabilirim diye düşünüyorum.
A.T.A.: ‘Öyle bir kadın olmadığım için’ ne demek, açar mısın biraz?
C.A.: Nasıl diyebilirim? Demeyeyim bunu ya, bunu keselim.
A.T.A.: Niye, ne oldu şimdi?
C.A.: Çünkü... ama sana da hiç güvenmiyorum.
A.T.A.: Rahat ol. Apaçık Radyo’yu dinleyen sekiz milyar insan dinleyecek sadece, o kadar.
C.A.: Sekiz milyar insan. Şöyle; bu bir sakatlık mı bilmiyorum? Sen şimdi buna daha çok hakimsin de toplumun kadınlara dayattığı bir rol var – evleneceksin, çoluk çocuğa karışacaksın.
A.T.A.: Kadın olduğun için mi sakatsın? Doğru mu anladım ben?
C.A.: Hayır. Evleneceksin, çoluğa çocuğa karışacaksın. Ben ne evliyim, ne çoluğum çocuğum var - bunlar olmayacak. Bu da benim tercihim.
A.T.A.: ‘Toplumun tarif ettiği kadın rolünün dışında olduğum için ben de ötekiyim, ben de sakatım’ diyorsun. Ne var bunda canım, bu kalsın bence ama sen bilirsin.
C.A.: Tamam.
A.T.A.: Şimdi ‘keselim keselim’ dedin ya, kesmeyelim de mutabak kalalım. Sonra bana arkadaşlar, dinleyenler, ‘Alperciğim, kadın böyle demişti, niye dinlemedin demesinler’, onun için soruyorum.
C.A.: Yani çok büyük bir cümleyle başlamış gibi oldum o yüzden, toplumun dayattığı roldeki bir kadın olmadığım için sakat olabilirim gibisinden. Çünkü Kürt coğrafyasında büyüdüm, Kürdüm.
A.T.A.: Mardinli olduğunu söylemedin.
C.A.: Evet, demek ki kendimi tanımlamakla ilgili sıkıntım var. Orada ister istemez yakınlarım tarafında da olsun, coğrafyanın verdiği şeyden de olsun dayatılmış roller var. Ben bu rolleri henüz şu yaşıma kadar gerçekleştirmediğim için aslında bence sakat sayılırım ama ben genelde kendime ‘allogen’ diyordum. Şimdi sana gelince de bir sakat gibi oldum. İstersen biraz allogenlerden de bahsedelim.
A.T.A.: O konuya gireceğiz; allogenler. Şimdi dinleyenlerde allogen nedir konusunda soru işaretleri uyanmıştır ama bu hafta konumuz ‘Allogenler ve Sakatlık’. Allogenler’de Kulaklık Kültürhane'de Ciran ile Ulaş Bayraktar’ın hazırlayıp sunduğu programın adı. Programı Spotify'dan dinleyebilirsiniz ama şunu unuttum ben başta, onu da anlatayım; bugün 63. program ve bu programların %95'inde hep zoom üzerinden konuşuyordum konuklarla ama şu anda Ciran ile yan yanayız. Kültürhane Mersin'in içindeki, onun Mecrası’nın bir konteynerındayız. Mecra nedir demeyin, onun zamanı gelecek. Mecra hayata geçince oradan yaparız yayını ama Kültürhane’deyiz şu anda, bir konteynerin içindeyiz. Hemen karşımızda tenis kortunda tenis oynayanları da görüyorum ben, arkadaşımız Özgür'ü görüyorum, çalışıyor. Yani şöyle yan yana olmak çok daha farklı bir şey.
Ciran, Tophane'deki yeri ziyaret de ettin sen, önce oraya gidelim. O arada Açık Radyo kapalıydı ve destekçiler geliyordu sürekli. Senin Açık Radyo’yu ziyaretin, Açık Radyo ile maceranı bir anlatalım önce.
Başka Bir Siyaset Okulu ile Açık Radyo Ziyareti
C.A.: Tamam, nasıl dersen. Biz Kasım'ın ilk haftasında Başka Bir Siyaset Okulu’na katılımcı olarak gittik İstanbul’a.
A.T.A.: Boğaziçi Siyaset Okulu mu?
C.A.: Değil, Başka Bir Siyaset Okulu.
A.T.A.: Pardon, devam et sen lütfen.
C.A: Başka Bir Siyaset Okulu’nun bu yılki katılımcılarının arasında yaş olarak en büyük olan bendim, geriye kalan arkadaşlarımız yaş olarak çok küçüktü. O yüzden ziyaretimiz aslında çok iyi oldu. Açık Radyo'yu hiç bilmeyen, aslında daha önce hiç duymayan ve kapandığını da bilmeyen bir kitle ile gittik. Orada bize bunun bütün detaylarıyla, tarihsel süreciyle aktardıkları zaman Başka Bir Siyaset Okulu’nun yansıtmak istediği şeyle de örtüştü aslında bu ziyaret. Açık Radyo ziyareti çok güzel oldu yani bir radyonun karasal yayını hem afet anında, hem de bunun dışında insanların hayat akışında, bütün o teknolojik şeylerden önce ne kadar önemli olduğunu öğrendik ve o önemli şeyi maalesef biz hep böyle yasaklardan sonra anlıyoruz çünkü birileri oraya müdahale edince burada ne vardı ki müdahale ediliyor şeyine giriyoruz, o zaman fark ediyoruz.
A.T.A.: Ben bu arada şimdiye kadar Sakat Muhabbet yayınını Açık Radyo stüdyosunda yapmadım ama daha önce görmüştüm orayı. Orada hiç yayın yapmadım, böyle bir hasretim de var, inşallah bir gün o da olur.
C.A.: O kayıt alınan odalardan çok etkilendim. Ben de podcast çekiyorum, sen de çekiyorsun ama yani radyo ağırlığı çok başka oluyormuş. Bir de kayıt odasına giderken bir panoları vardı; kurulduğu zamandan günümüze kadar ki etkinlik programlarının asılı olduğu bir pano, o da, hepsinin hala arşivleniyor oluşu da beni çok etkiledi. Bir üst kata çıktığımızda çalışanlar zaten çalışıyorlardı ve bütün o radyo kayıtlarının kasetleri, CD'lerinin olduğu bir duvar vardı, o da çok etkilemişti yani genel olarak çok etkilendim. Nasıl diyeyim, bir radyo olarak dinlediğim bir yerin mekansal halini görmek ve o mekan kullanımını görmek, o mekana dahil olabilmek tabii ki oraya o aidiyeti, onunla arandaki o aidiyeti daha da arttırıyor.
Müşterekler: Açık Radyo ve Kültürhane
A.T.A.: Zaten hem Açık Radyo, hem Kütüphane ikisi de müşterek yani Açık Radyo kapalı bir yer değil, herkes gidebiliyor, öyle bir yer ki Kütüphane de öyle bir yer. 30. yaş günü bir hafta oldu geçeli ve buradan da iyi yıllar diyelim Açık Radyo’ya. Apaçık Radyo oldu adı şimdi ve allogenler dedin sen, biraz girdin o konuya ama allogen nedir, ne demektir ve senin sürdürdüğün bu Allogenler podcast programı nasıl hayata geçti diye sorayım, o konuya gelelim istersen yavaştan şimdi.
Kulaklık Kültürhane Podcast Kanalı ve Allogenler
C.A.: Allogen, Yunanca bir kelime. Antik dönemde köleden biraz fazla, yurttaştan biraz daha az söz hakkına sahip kimselere verilen unvan. Yani aslında hepimiz . O yüzden az önce de dedim, sakat kadın mı, allogen kadın mı diye yani böyle ikisinin arası. Aslında sakatlık da öyle aslında. Vatandaşsın, kimliğin var, her vatandaş ile aynı şekilde fayda sağlayabiliyorsun anlamına gelmiyor. Allogen kelimesi de tam böyle bir şey. Yunancada ‘allo’ öteki, ‘gen’ de kişi demek oluyor. Biz bunu kentlere uyarlıyoruz. Kentlerin makro ve mikro ölçekli kentsel alanlarında veya mekanlarında kamusal ve özel alan arasında sıkışmış kent ögelerini konuşuyoruz yani onlara uyarlıyoruz.
Kültürhane’ye başlamadan önce hep sürdürülebilir kentsel dönüşüm çalışıyordum. Bu kentsel dönüşüm modellerinde, kent ögelerinin tarihsel süreçlerinde işlevlerini yitirmesine dair birçok şeyi fark ediyordum yani bunu sürdürülebilirlik adına daha önce araştırıyordum. Ulaş ile beraber bir meydan neden artık meydan değil, bir avlu neden eskisi gibi bir avlu değil, bir balkona neden ihtiyacımız var ya da ebeveyn banyosu neden var gibi sorularla yola çıkıp 14. bölümünü çektiğimiz bir program. Kendimizi de çok özdeştirdiğimiz bir şey olmaya başladı çünkü o arada kalmışlık hissini kentte de görebiliyoruz, kendimizde de görebiliyoruz, sakatlıkta da görebiliyoruz. O yüzden böyle her yere uyarlanabilir bir hal almaya başladı. Ben hala kararsızım; ben allogen kadın mıyım, sakat kadın mıyım?
A.T.A.: Ne zaman başladı, tarih olarak biliyor musun?
C.A.: Tarih olarak aslında 2022’nin sonlarına doğru başladık.
A.T.A.:Sakat Muhabbet de aynı o zaman, benim program Kasım 2022 idi.
Kültürhane ve Deprem Dayanışması
C.A.: Bizim de öyle yani biz o zaman çekmeye başladık ama deprem araya girince araya… Çekilmiş bölümlerimiz vardı ama o zaman çok yayınlamak istemedik. Bir de biliyorsun, deprem zamanı Kültürhane’nin o yönde çalışmaları da vardı.
A.T.A.: Mersin'de biz de yaşadık biraz kıyısından depremi ve hala da süren bir dayanışma var zaten o bölgeyle. Kültürhane’nin de ayrıca var zaten.
C.A.: Hem o, hem de biliyorsun, Kültürhane’nin bir kütüphanesi var. Kültürhane eski yerindeyken kütüphanesini depoya çevirdik depremin ilk zamanlarında ve biz oraya ürünler toplamaya başladık. Depremden sonra Mersin'e gelen insanlara erişmeye çalıştık. Bunlarla uğraşırken o ara biraz aksadı, hala da devam ediyoruz.
A.T.A.: Periyodu belli mi programın yoksa belli olmuyor mu?
C.A.: Periyodu aslında iki haftada bir idi o zamanlar ama sonra aksiliklerle dolu iki yıl geçirdiğimiz için değişim oldu. Biliyorsun, eski mekanı kira artışlarından dolayı kapattı Kültürhane.
Sahi Nedir Bu Mecra?
Ama O Konu Kalsın Şimdilik Başka Bir Programa
A.T.A.: Mersin Yenişehir'den Mezitli’ye geldik. Buradan da yine yakın bir yere geçeceğiz; Viranşehir’e. Mersin’i bilmeyenler için Çince gibi geliyordur ama Mersin’i bilenler biliyordur dediğim şeyleri ve Mecra da onunla alakalı ama dediğim gibi Mecra’ya kurulunca yeni yılda değiniriz.
C.A.: Mecra’dan bahsetmiyorsun şu anda yani sürpriz olsun diyorsun.
A.T.A.: Evet, şimdi bahsetmeyelim çünkü onun zamanı var. Mecra bir açılsın, hayata geçsin, orada hep beraber Kültürhane Mecra diye bir şey yaparız Sakat Muhabbet’te. Hatta dün Ulaş ile konuşurken, ‘Ya Alper senin konu sakatlık, çok fazla dağılma’ diyordu. Ama sakatlık her şeyle alakalı, ben bunu iddia ediyorum. O yüzden Sakat Muhabbet’te de her şey olacak zaten. Bu arada Ciran bir müzik çalıyoruz ortalarda bir yerde ve hep konuğa soruyorum ne çalalım diye, sen bir müzik seçtin mi, ne dinleyelim bugün senin önerinle?
C.A.: Seçtim, az önce seçtim sen söyleyince; “City of Stars”. Bilmiyorum, belki yanlış telaffuz ediyorum ama Ryan Gosling'in yine müzikal filminde geçen bir şarkı.
A.T.A.:La La Land’de mi?
C.A.: La la Land’de geçen şarkı; 'yıldızların kenti' demek oluyor. Biz de o yıldızların sakatlığı, allogeni olarak dinleyelim Allogenler ve Sakat Muhabbet dinleyicileri olarak.
A.T.A.:Sakat Muhabbet devam ediyor. Bu hafta konuğum Ciran Ay. Ciran ile ilk bölümde Açık Radyo ziyaretini konuştuk. O zaman Açık Radyo idi adımız, şimdi Apaçık Radyo olduk. Sonra allogenler konusuna bir giriş yaptık. Ciran, allogenleri anlattın ne olduğunu ama sakatlık ve allogenler konusunu hangi bağlamda ele alabiliriz?
Allogenler ve Sakatlık
C.A.: Kavram var olan iki ucun yani birbirini oluşturmuş iki karşıt kelimenin arasında kalmışlığı konuşuyor; köle değil, yurttaş değil; arada kalmış. Kamusal değil, özel değil; muğlak kalmış. Sakatlık da böyle bir şey değil mi? O sağlamcı toplum ve olmayan toplumun arasında kalmış gibi, eğer yanlışsam düzeltin.
A.T.A.: Yok, yanlış yok elbette. Benim zaten Sakat Muhabbet’te amacım insanların algılarını anlayıp o algıyı anlamak. Yani sakatlara niye böyle davranıyorlar, zihinlerinde ne geçiyor diye ona odaklanıyorum. Tabii her bölümde başka başka konuklarım oluyor ama programın ana aksında bu var zaten. Sen kendi düşündüğün şeyi söyle zaten - yanlış, doğru diye bir şey yok burada.
C.A.: Sakatlık benim için de böyle, o arada kalmış gibi yani henüz bir tarafa ya da bir unvana geçememiş; hem allogen, hem de sakat - çok benzeş aslında..
A.T.A.: Allogeni şimdi es geçelim. Sakatlık deyince senin aklına ilk ne geliyor, oradan ben bir bağ kurayım istersen. Sakatlık deyince ilk senin kafanda ne canlanıyor?
C.A.: Kafamda böyle kırılmak gibi bir şey canlanıyor, bir kemiğin kırılması gibi yani yürüyememe hali değil, düz olan bir şeyin esneme payının olmayıp kırılması gibi bir şey geliyor. Bizim Kürtçede de olan bir kelime bu; sakat, Kürtçede de ‘sakaet’ diye geçiyor.
A.T.A.: Zaten sakat Arapça'dan gelen bir kelime. Türkçeye de sakat olarak geçmiş.
C.A.: O kırılmayı çok andıran bir kelime, o yüzden bana öyle çağrıştırıyor olabilir sakatlık ama mesela allogenleri değil de biraz şehir plancısı olarak bu duruma baktığımda şunu çok hissediyorum; mesela, bu bir tam allogen sakatlık ya da sakat allogenlik. Sen de Mezitli’de oturuyorsun. Mezitli’nin de en büyük yolu çevre yolu, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı. O yolun aslında yayalar için olmadığı o kadar bariz bir şey ki... Arabaların hızla geçip gidebileceği bir yer. Ben bazen buna çok hayıflanıyorum, bir yaya olarak o yolu yürüyemiyorum. Evden işe belki yürüyerek gelebilirim ama burası bana engel oluyor. Bu sabah ya da dün sabah mıydı bilmiyorum, yürürken bir ağaçlandırma hayali kurdum nasıl olsa falan diye; sonra ikinci, üçüncü dakikasında ben bunu hayal ederken öylesine koymak için koydukları bir şey var görme engelliler için...
A.T.A.: Koltuk değneği ile yürümek için yapılanı diyorsun, kabartma yolu deniyor beyaz baston ile yürüyebilsinler diye.
C.A.: O kadar niteliksiz bir şey olduğunu bir kez daha fark ettim yani mesela onun yanında bir ağaç olsa ama ağacın dalları uzamış olsa, geçen kişi o yolu referans alarak giderken pat diye…
A.T.A.: Zaten çoğu zaman görme engelli insanların önüne direk geliyor, ağaç geliyor yani sürekli olan bir şey bu.
C.A.: Şöyle düşündüm ben; kendimi bu konuda mağdur hissederken bir görme engellinin benden daha mağdur olduğunu hissettim. Sakatlık böyle bir yerde benim için.
Allogen: Köleden Hallice, Yurttaştan Asgarice
A.T.A.: Ben de birkaç defa dinledim Allogenler programını. Allogenler’de, sinema ve benzeri şeklinde belli konulara değiniyorsunuz Seninle de daha dün konuştuk, ben bir daha sordum sana. Sen allo, öteki; gen kişi demek dedin, Antik Yunan'da köleden üst ama yurttaştan alt seviye demiştin. Ben de kendimce şöyle bir formülasyon yaptım; ‘köleden hallice, yurttaştan asgarice’ dedim. Bilmiyorum ne kadar doğru, ne kadar yanlış - ben böyle formülasyonlarla konuşmayı seviyorum. Şimdi Eski Yunan'da Allogenler nasıl yaşıyordu bunu biliyor musun? Çünkü yurttaşın altı kölenin üstü deyince şu an yaşadığımız dünyada kölelik yok deniyor ama aslında bu bir varsayım. Sanal bir şey. Kölelik bitti, ücretli kölelik başladı, emek sömürüsü başladı, onlar aslında kölelik bir yandan. Şimdi 21. yüz yılda ötekiler destek allogenlere karşılıyor mu yani Kürtler de allogen mi, LGBT’ler de allogen mi, kuirler de allogen mi, sakatlar da allogen mi? Allogeni öteki diye mi almalıyız, öteki desek doğru olur mu? Dezavantajlı diyoruz sürekli biz, dezavantajlı gruplar desek allogene doğru mu? Onu tam anlamak için soruyorum aslında. Allogen bende tam oturmadı, dinleyenler de oturmamıştır diye düşünerek bunu açıyorum aslında.
C.A.: Mesela öteki ne demek senin için?
A.T.A.: Öteki, norm olanın dışında kalanlar.
C.A.: Evet, allogen aslında öteki ama o ötekinin, norm olanın karşıtı da var: A-Norm. İkisinin arasında kalan da allogen.
A.T.A.: Sen, normale yurttaş, anormale de köle diyorsun.
C.A.: Gibi yani o ikisinin arasında kalmış. Mesela, ben bir Kürt olarak kendime ‘bir allogenim’ diyebilirim.
"Hafif Kürtsün sen Alper!"
A.T.A.: Ben de Kürdüm değil mi bu arada? Onu da netleştirelim. Şöyle ki benim dörtte üçüm Çeçen, dörtte birim Kürt, öyle bir durumum da var. Bana da bir isim taktı bu arada Ciran, onu da söyleyeyim; ‘Light Kürt’ mü diyordun sen?
C.A.: Hafif Kürt.
A.T.A.: Hafif Kürt diyor bana. Pardon, sözünü kestim, sen devam et.
C.A.: Estağfurullah. Şunu diyecektim; bu ırklar bizlere verilen unvanlar ama o unvanlar yüzünden uğradığımız bir sürü dezavantajımız var. Şimdi ben köle değilim yani kapitalist sisteme hepimiz hizmet ettiğimizi varsayarsak ben o en alt piramitte değilim. Ben kendimi tam bir vatandaş, yurttaş gibi de hissetmiyorum çünkü bu ayrıcalıklarım yok yani tam bu noktada kendimi allogen gibi de hissediyorum diyebilirim. Bir de Kürt olmamın yanı sıra üstüne kadınım. O Kürt kültürünü yaşadım - Anadolu kültüründe onların normlarına uymadığım için dışarıda kalıyorum yani orada da allogenim ya da ben komple sakatım da diyebilirim yani senin sakatlık tabirinden de yola çıkabiliriz. Sakatlık senin için ne, öteki mi?
‘Erişilebilirlik var ise engel yoktur’
A.T.A.: Benim için aslında sıradan bir şey, ben hep öyle tarif ediyorum. Yani sarı saçlı, mavi gözlü insanlar nasıl ise sakatlar da öyle, benim iddiam o. Sakatlar için hep şöyle deniyor ki genel kanı bu galiba. Sakat ise geçmiş olsun - öyle bir genel bir şey var. Yani artık ne istihdama girebilir, ne hayatını doğru yaşayabilir, ne de bir şeye erişebilir. Bu erişebilirlik kısmını da imleyeyim; erişilebilirlik, aslında sakatın kendisiyle değil, toplumla alakalı bir şey. Sen şehir plancısı olduğu bu konuyu biliyorsun zaten. Benim arkadaşlarım var; Erişilebilir Her Şey girişimi var ve onların bir lafı: ‘Erişilebilirlik var ise engel yoktur’ diyorlar ki bu doğru bir şey. Ama şunu anlamadım ben; sen dedin ya ‘ben köle değilim’. Köle kim peki? Kimler köle? Kölelerin kim olduğunu söyle ki tam bir netleşsin diye soruyorum aslında bunu.
C.A.: Tamam, şimdi o döneme göre kölenin kim olduğunu biliyoruz değil mi?
A.T.A.: Ben bugünümüzü soruyorum.
C.A.: Sen az önce kendin söyledin; işçi sınıfı ya da nasıl diyeyim...
A.T.A.: Derin yoksulluk çekenler belki?
C.A.: Yoksulluk içinde olanları da konuşsak nasıl olur?
A.T.A.: Mesela ona sorsan o, ‘ben köle değilim’ diyebilir aslında, üstten diyor gibi oluyoruz aslında. Sen kendine köle derken kendi adına konuşuyorsun..
C.A.: Evet yani kendimi vatandaş olarak ayrıcalıklı bulmuyorum ama ayrımcılığa uğrayan bir kişiye göre de vatandaş buluyorum. Mesela şu an bir arada kaldım yani aslında öteki değil de arada kalmışım gibi geldi bana.
A.T.A.: Ben de köle değilim ki köleydim, beyaz yakalı bir işçiydim. O bir kölelik aslında. Ben şimdi emekli olduğum için değilim. Ama emekli olunca da kazancın belli, az çok biliyoruz - dinleyenler adına konuşuyorum şu anda. Sen de kölesin diye düşünebilirler ama şu anda emekli olduğum için ve Kültürhane gibi sevdiğim yerlere gidebildiğim için, kendi özgürlüğüme ben karar verdiğim için köle gibi hissetmiyorum kendimi. Ama karar alıcı da değilim, karar alıcıların sisteminde de değilim. O yüzden yurttaş da değilim, bu yüzden mi aradayım? Doğru mu anlıyorum?
C.A.: Evet yani arada kalma, kendini iki şey arasında, en normal ya da en iyisi ya da en güzeli mi diyeyim? Allogenlerde şöyle oluyor ki Ulaş da kendi derslerinde de bunu anlatıyor.
A.T.A.: Ulaş Bayraktar da bu arada akademisyen. Siyasal bilimlerde miydi kendisi?
C.A.: Evet, siyasal bilimler. Ulaş kamusal alanı anlatırken diyor ki, ‘Kamusal alanın varlığı özel alanın olmasıyla yaratılmıştır.’ Bir şey aksi olunca doğmuş olur yani sakatlık normal olmuşken var olur ya da normallik, sakatlık olmuşken meydana gelir.
A.T.A.: İkilik olunca, ikincisi birincisini tanımlar diyorsun.
C.A.: Bir zıtlık durumunda oluşan şeyin ikisini de olamamak, arada kalmak aslında.
A.T.A.: Kadın varsa erkek de oluyor. Anlatması da güç, bana mı öyle geliyor? Sen bu kadar program yaptın, aldığın konuklar allogeni hemen şıp diye algılıyor mu, ‘buymuş’ diyorlar mı yoksa onlar da mı zorlanıyor?
Agora, Meydan, Sakatlık ve Allogenlik
C.A.: Aldığım konukları kendi konularıyla ilgili aldığım için o konu üstünden anlayabiliyorlar. Mesela sinemanın kendi içinde bir tarihsel süreci var ve sinemanın gösterildiği sinema salonlarının da bir tarihsel süreci var - bunlar artık birbiriyle çakışmıyor ve bu çakışmama durumu onu arada bırakıyor yani bu, arada kalmış hali. Belki de şu örneği vermemiz gerekiyor; meydan. Meydan aslında ilk ortaya çıktığında agoralardan ortaya çıkıyor. Agora dediğimiz şey pazar alanları. İnsanlar, pazar alanlarında kendilerine dair, kente dair sorunlarını konuşuyor ve o agora insanların bunu dönemin krallarına duyurdukları bir alan haline geliyor ve agoralar kentin en atıl yerinde dururken yavaş yavaş kentlerin merkezine gelip meydan formunu almaya başlıyor.
A.T.A.: Peki, allogenler meydanı kullanabiliyorlar mı yoksa kullanamıyorlar mı? Çünkü - sakatlığa bağlayacağım - sakatlar da meydanda değil şu anda günümüzde yani meydana çıkmadan da allogen olunabiliyor mu?
C.A.: Agoradayken kullanabiliyordu, hiçbir vatandaş profil gözetmeden orada.
A.T.A.: Köle de orada, allogen de orada, yurttaş da orada...
C.A.: Evet, hepsi orada ama tarihsel sürecinde artık istedikleri şekle göre aldıklarında evet, artık hiç kimsenin gitmediği bir yer oluyor meydan ama birilerinin gidip karşılaşması gereken bir yer.
A.T.A.: Hatta iktidarın korktuğu bir yer oluyor – mesela, Taksim Meydanı.
C.A.: İktidarın hükmetmeye çalıştığı bir yer.
A.T.A.: Direnme yani isyan oradan başladığı için belki de öyle düşünüyorlar.
C.A.: Bırak sakatı, hiç kimsenin gitmediği bir yer oluyor ama insanların birbirleriyle karşılaştığı alan olarak da çıkıyor ortaya ve günümüzde atıl bir durumda yani bir arada kalmış yerler. Çünkü birilerinin karşılaşıp kamuoyu yaratması gereken bir yer iken, atıl kalmış bir yere dönüşmüş gibi oluyor.
A.T.A.: Ciran, çok sağol Sakat Muhabbet’e konuk olduğun için. Alogenler konusunda, sakatlar ve allogenler dedik. Bilmiyorum, dinleyenler ne hissetti, ne duydu, ne anladı. Bizim Instagram ya da X hesaplarımıza yazın, ‘Kardeşim bu ne? Biz anlamadık ya da evet anladık, böyledir’ diye dönün. Çok güzel konulara giriyoruz Sakat Muhabbet’te çünkü sakatlık, sadece erişim, istihdam, evden çıksınlar değil, çok geniş bir konu. Ciran Ay idi bu hafta konuğum, kendisi Kültürhane'de çalışan bir arkadaşım, gönüldaşım da diyebilirim aslında Kültürhane’de gönüllü olduğumuz için. Çok sağol Ciran konuk olduğun için, son olarak neler söylemek istersin Sakat Muhabbet’te?
C.A.: Bir tane tweet vardı, lisede okumuştum, hala böyle ara ara kendime hatırlatıyorum, onunla bitirmek istiyorum, X'de linçlenen bir sanatçı paylaşmıştı. Demişti ki, ‘Uyusam, yıllar geçse ve uyansam ve günümüzde artık böyle sorunların olmadığı bir zamana uyansam, bu sorunlar değişebilirdi.’ ‘Aa sen sakat mısın, aa sen Kürt müsün, aa sen şu musun’ gibi soruların olmadığı günlerde buluşmak dileğiyle diyeyim.
A.T.A.: Bu iyi mi bilmiyorum yani sorular sorulsun da...
C.A.: Sana o unvanı verdikten sonra seni kafasında bir yere koyuyor ya...
A.T.A.: Kendini üst görüp, seni de alt gördüğü için diyorsun belki de onu.
C.A.: Üst gömek değil de birbirimizi kapsamak yerine, birbirimizi bir yerde sınıflandırıyoruz - biz de yapıyoruz bunu.
A.T.A.: Herkes yerini bilsin gibi olduğu için ama meydanda hep beraber olalım.
C.A.: Evet, hep beraber olalım.
A.T.A.: Agorada olduğu gibi diyorsun, evet, böyle çok çok güzel bağlandı. Bugün Kültürhane’den, Kültürhane'nin Mecra’sının bir konteynerından yayın yaptık - onun da soru işareti uyansın sizde ki ileride bunu açacağız. Benim bir son sloganım da var Sakat Muhabbet’te; ‘Dünyanın bütün sakatları eğleşin’. Böyle bitiriyorum programı. Bir dahaki hafta görüşmek üzere, hoşça kalın.
C.A.: Hoşça kalın.